Güneşin göz kamaştırıcı parlaklığında bir sağa bir sola koşturan dudakları rüzgar dan kuruyup çatlamış ayakları lastik cizlavatlar içinde üşümüş yalın ayak kara kuru yüzünle elinde bir birine eklenmiş iplerle uçurmaya çalıştığın kuyruğundaki sarı, kırmızı, mor, pembe renkli hayallerin peşinde mi yoksa sadece altı gen çıtalardan yaptığı uçurtmanın peşine mi koşuyordun, ellerinin üzeri çatlamışken. Nasıl olsa akşam eve gidince anam ellerime vazelin sürerdi sabaha da bir şeycikler kalmazdı peki ama ıslanan yün çoraplarımı anamdan nasıl gizleyeceğim. En fazla kızar terlikle vururken kaçarım iyi de anamın terliğinden kaçıyorum da saçlarına dokunamadığım gülüşüne ortak olamadığım misketlerimin dahi yarısını paylaşmak istediğimden bulutlar kadar uzaklarda olan hayallerimden nasıl kaçacağım.
Uçsuz bucaksız karlı dağlardan karanlık dağlardan esip gelen rüzgarı sabaha kadar radyo gibi dinledim. Radyonun pili bitmese de babam izin verir miydi ki gece gece açıp dinlememe. Hem rüzgarın sesi daha güzel esmerin sesini duymasam da o da benimle beraber aynı rüzgarı dinliyor sabaha kadar da dinleyecek. Sabah aynı güneş uyandıracak ikimizi de aynı çeşmeden su doldurmaya köy meydanına gideceğiz. Öğlenden sonra harman yerinde ben yine uçurtmamı en yükseğe uçuracağım tıpkı hayalleri mi başka çocuklardan çok daha yükseklerde hayal ettiğim gibi hem yüksekler de hem rengarenk hayallerimle mutlu olacağım. Onu gelişi ile sanki rüzgar daha bir hızlı esmeye başladı en yükseğe çıkan uçurtma benim rengarenk kuyruğu olan altıgen uçurtmamdı. İpi çok kısaydı, içimden keşke daha uzun ipim olsaydı da daha yükseklere uçurabilseydim, uçurabilseydim de herkes görseydi hayallerim ne kadar yüksek olduğunu
Rengarenk kuyruğu olan, rüzgarda dudakları çatlamış kara çocuğun uçurtmasını elinden aldılar.
Salih Özışık